İpek Yolu Haber Ajansı

MERSİN Lİ ŞAİR YAZAR FATMA ÖZGER BİLĞİÇ DEPREM İLĞİLİ DUYGULARINI DEPREM SONRASI 20.GÜN BUGÜN YAZISINI İPEK YOLU HABER İLE PAYLAŞTI


 

DEPREM SONRASI 20. GÜN BUGÜN

Nedense başımıza geleni belli bir zaman geçtikten sonra hemen unutur, olanları da önemsemeyiz. Anadolu toprağında unutkanlık mı var acaba? Tıpkı her mezar ziyaretinde ya da bir yakınımızı gömdüğümüzde her şeyin bir hiç olduğunun farkına varırız, kin, öfke ve hırsın boş olduğunu düşünür, kendimize geliriz biraz. Zaman ve o ortam değiştikten sonra yine eski hamam eski tas misali aynı yerde kalırız. Yani yanlışa yine devam ederiz, olanları çabucak unuturuz. Ama bazı şeylerden ders alamıyorsak maddi manevi kaybetmeye devam edeceğiz. Bu da hem bize hem de ülkenin geleceğine büyük zararlar verecektir.

 

Eğer biz toplum olarak son Gölcük depreminde ders alsaydık şimdi Kahramanmaraş depreminde bu kadar kayıp vermezdik. Yetişmiş insandan bu kadar kolay vazgeçmek, kendimizi ve çevremizi önemsememek lüksüne asla sahip değiliz. Her giden can bizden kopan bir parçamız ve ortaya çıkan eksik yanımızdır bunu unutmayalım! Kendimiz ve ülkemizi düşünmek boynumuzun borcu bunu asla unutmayalım.

 

Tarih 06 Şubat 2023, saat 04.17’yi gösterirken bir dakika gibi ya da daha fazla süren (7,7 ve 7,4) şiddetinde bir deprem oldu. O esnada saniyeler dakikayı bile geçiyor gibi geçmek bilmiyordu. Ölüm kalım savaşı gibiydi.

 

Aynı gün, dokuz saat sonra saat 13.24’te Kahramanmaraş- Elbistan üstü 7.6 büyüklüğünde bir deprem daha oldu. Bir öncekinden hasarlı ayakta duran binalar ve içindekiler yerle bir oldular. Sabahın o erken saatinde can havliyle pijaması, terliğiyle ölüm korkusuyla dışarıya koşan çaresiz o kişiler, deprem durdu zannedip kimi eşyalarını almaya evine girmiş, kimi acıkan çocuklarına bir şeyler almaya evine girmiş kimi de soğuktan donmamak için çocuklarıyla yakınlarına gitmek için evden üç beş parça eşyasını almak için evine girmiş ve bu ikinci büyük depreme yakalanmıştı. Canını kurtarabilenler sevinmiş ama birçoğu da dışarıya kaçamamış ve yıkılan molozların arasında canlı canlı çığlıklarla can vermişlerdi. Türkiye sınırları içinde tam olarak 13 milyon kişi bu depremlerden doğrudan etkilenmişti.

 

Depremin 15. günü bu sefer de Hatay’da 3 dakika ara ile kaydedilen 6,4 ve 5,8 şiddetinde iki deprem daha oldu. Yıkılan binaların sayısı özellikle Antakya ve Kahramanmaraş’ta artmıştı. Yine sağlam eşyalarını kurtarma telaşını yaşayanlar zarar gördü, vefat edenler oldu. İşte tarihin kara sayfasına düşen not bu asrın felaketini yazacaktı…

 

Bu depremin derinliği bilim adamlarının açıklamasına göre: (06 Şubat 2023 saat 04.17 Türkiye Kahramanmaraş) yerin 7 km derinliğinde gerçekleşmişti bu da olayın boyutunu bize daha net veriyordu. Dünya geneline göre ise şöyleydi: 1952 Rusya-Kamçatka 21.6 km, 1964 Alaska -Prens William Sound 25 km, 2004 Sumatra-Andaman Adaları 30 km, 2011 Japonya-Tohoku 30 km. Bizde ise 2023 Türkiye - Kahramanmaraş 7 km derinliğinde… Her şey ortadaydı. Çok zorlu bir süreçti.

 

Depremin merkez üstü Kahramanmaraş Pazarcık (7,7-7.4) şiddetinde olan bu deprem daha çok Güneydoğu, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Akdeniz Bölgesinde hissedildi. Kahramanmaraş, Antakya, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Osmaniye, Şanlıurfa, Gaziantep, Adana, Kilis ve Elazığ’da şiddetli oldu ve binlerce can kaybına sebep oldu.

 

            Deprem gecesi hava durumu Adana, Hatay ve Osmaniye’de yağmurlu, diğer illerde ise hava daha soğuk, kar yağışlı yağmurluydu. Bu da yaşanan o tabloyu daha da zorlaştırıyordu.

 

Adıyamanlılar gecenin ayazında tatlı uykudan korkuyla uyanıp dışarı koşmuş ya da evi daha sağlam olanlar dışarıya üstünde ne varsa kimi terliğiyle, kimi yalın ayak sokağa fırlamış. Panik, şaşkın bir hâlde önce aile fertlerine bakınmışlar sonra da çevrelerine, bazıları da dışarıya çıkamadan enkazın altında kalmış. Bazıları da ailecek enkazın altında can vermişlerdi. O gece, arabaların güvenlik alarm sesleri, kadın-çocuk seslerine karışıyormuş. Bazı aile fertleri tümden gittiler ki bu daha da acı. Mantık ve duygu dünyası, olanlara anlam veremiyordu. Giden her can, candan kopan bir parça gibi… Yüreklerde kor, alev alev yanıyordu. Karanlık, korku, soğuk ve endişe dolu yürekler.

 

            Ben Tarsus’ta depremi eşim, kızım ve annemle o, zor anları korkuyla yaşadım. Memleketim ve komşu illerin o kadar zarar göreceğini aklımın ucuna getiremedim.

 

Bu yaşıma kadar da böyle bir depremi ne gördüm ne de yakından okudum, araştırdım. Bence bu asrın felaketi özellikle dört bölgeyi etkisine alan binlerce insanın ölümüne sebep olan bu depremi tarihin kara sayfalarını yazmayı görev bildim… Hâlbuki iki yıl önce yaşadığımız, büyük kayıplar verdiğimiz Çin’den çıkıp tüm dünyayı saran covit illetine bu asrın belası derken hiç böylesini de düşünmemiştim. Beterin beteri varmış.

 

Ben yarım asrı geçen bu ömrümde bu deprem ve covitten çok canların birdenbire gittiğini ve bu hayatın her an bitebileceğini birçok acıyı bir şekilde yaşayarak anladım. Bazen derdim ki savaş görmedik, kıtlık görmedik biz şanslı bir nesiliz... Çünkü dedem ve büyüklerimizden çocuklukta duyduklarımız inanılır gibi değildi. Savaşlar, kıtlıklar, bulaşıcı hastalıklar, yokluk vb.

 

            Evet 6 Şubat: Gün aydınlandı nihayet ve ancak öğle sonrası o istenmeyen kara haberler gelmeye başlandı. En kötüsü de depremin o altüst ettiği o şehirlerde elektrik, su, doğal gaz hemen kesilmiş, telefonlar çekmiyordu. Âdeta deliye döndüm. Haber almak istiyordum. Depremin olduğu her ilimize canım çok yansa da yüreğim alev alsa da memleketim Adıyaman’a bir başka üzülüyor; akrabalarımı, tanıdıklarımı, tüm sevdiklerimi çok merak ediyordum.

 

            Birçok kişiyi aradım ama ulaşamıyordum. İlk, teyzem oğlu Nihat’tan öğlen sonrası kara haberleri aldım. Dayım oğlu Hüseyin’in, eşi ve iki kızıyla göçük altında kaldığını, büyük kızının kendi imkânlarıyla canlı çıkarıldığını ama anne, baba ve bir aylık bebeğin molozların altında kaldığını ve dayımın ise başka bir göçükten çıkarıldığını ve hastaneye götürüldüğünü durumunun da ciddi olduğunu duydum. Sonra halam kızı Zeynep’in de bir aylık evli kızının da göçük altında kaldığını duydum. Bu gibi haberler arka arkaya geliyor, yüreğimizi yakıyordu. Adıyaman’da zarar en çok Adıyaman merkez, ilçeleri Gölbaşı, Besni, Kâhta idi ve diğer ilçe ve köylerinde de büyük kayıplar vardı.

 

             Teyze oğlum Nihat’ı, kardeşim Abdullah’ı, dayım oğlu Harun’u ve amca oğlum Murat’ı birkaç kez telefonla aradım, onlara ulaşmak mucizeydi.  “Adıyaman’ın genel durumu nedir?”  dediğimde: “Binaların çoğunluğunun ya yıkıldığını ya da ağır hasarlı olduğunu öğrendim. Bu kötü haberler, molozların hâlâ yerde oluşu ve çarşı merkezin bitik hâli şehrin son durumunu gözler önüne seriyordu. Enkaz altında yardım isteyen çığlık sesleri duyulduğunu, ailelerin çaresizliklerinden elleriyle canlarına ulaşabilmek için de var güçleriyle çabaladıklarını, arabası sağlam olup yakıt bulanların ya geceyi aracın içinde uyuduklarını ya da araçlarına binip şehri çaresizlikten terk ettiklerini öğreniyordum.

 

Yaşam için gerekli hiçbir şey ortada yoktu. Yiyecek, içecek birden kıtlık olmuş gibi ortadan kalkmıştı. Tuvalet bile büyük bir ihtiyaçtı. Kısaca hiçbir şey yoktu.  Olanlar da bazı insafsızların elinde üç katı, dört katı fiyata satıldı ve tükendi. Temel ihtiyaç ekmek, su bile artık yoktu. Olan yakıt fiyatları da çok artırılmıştı. Böyle ölüm kalım savaşı verirken bile kötü insan asla akıllanmıyor, vicdana gelmiyordu. Bunlar da vatan haini aslında…

 

Zengin ve fakir aynı şartlara sahipti, her şeye muhtaçtı. Sözün bittiği yerdeydi herkes. Birbirini hor gören, değersiz görenler bile birbirine sarılıyor, ağıtlar yakıyorlardı. Susuzluk, karanlık, soğuk ve deprem korkusu ölümden kaçanların derdi olmuştu. Kolay değil karlı havada pijamalarla dışarda saatlerce, günlerce beklemek, ümit etmek.

 

İlk yardıma koşanlar, Şanlıurfa, Siverek ve Mardin’den gelenlerdi. Felaketin ilk günü akşama doğru ellerinde ne varsa komşularına getirmişlerdi. Kimi aracına ne bulduysa doldurmuş kimi de üç beş arkadaş bir olmuş güçleri neye gücü yettiyse getirmiş dağıtıyorlardı. Bir bardak su bile bu ortamda çok önem arz ediyordu. Bu komşu iller üstüne düşeni fazlasıyla yapmaya çalışıyorlardı.

 

 Yakınları enkaz altında olanlar ise gece gündüz, soğuk demeden enkazın başında bekledi… Cadde ve sokaklar moloz yığınlarıyla kapanmış, hayalet şehir gibi betonarme şehir bitik bir hâl almıştı. Bir sokaktan bir sokağa gitmek bile zorlaşmıştı. Çöken apartmanlar, küçük dağlar gibi size engel oluyordu. Şehrin içinden yakınlarınıza gitmek, onları kontrol etmek araçlı ya da araçsız saatlerinizi alabilirdi. Çünkü tüm yollar enkaza teslim olmuştu. Bu duyduklarım beni çok etkiledi. Yüreğim daraldı, nefesim kesiliyordu.

 

            Dükkânlar, fırınlar enkaz altında ölenler, enkaz altında “kurtarın beni” diyenler, feryat edenler ve dışarıda üşüyen, aç, susuz bekleyenler. Akşama doğru televizyona düşen haberler içler acısı… Otoban ve diğer yollar zarar görmüş, yollarda büyük yarıklar oluşmuş herkes kendi canının ve ailesinin derdinde. Enkazda yakını olan çaresiz, yardım bekliyor. Kendi çabalarıyla bilinçsizce de olsa yakınlarını çıkarmaya çalışıyor, geçen her ânın ne kadar zarar vereceğinin derdi yürekte korku ve öfkeyi de çoğaltıyordu.

 

Deprem öyle geniş bir alana zarar vermişti ki yiyecek, içecek ve bilinçli ekipler ve malzemeler tüm sahaya ulaşamıyordu. (Bazı köy ve kasabalara bu yirmi gün boyunca bile hâlâ yardımın gidemediğini söylüyorlardı.)

 

             Göçük altında kalanların yakınları bir umut deyip konunun uzmanlarını acilen bekliyorlardı. Ne yazık ki hava şartları ve yolların hasarlı oluşu giden yardımları geciktirdi. Gönüllü bazı ekipler bile bu zorlu yol ve hava şartlarından ancak ikinci gün Adıyaman’a gelebildiler. Gerekli araç ve gerecin yetersizliği durumu zorlaştırıyordu. Bir de nedense Adıyaman’a bilinçli arama ekipleri 3. gün ancak gidebildi. Ve binlerce depremzede de göçük altında ölüme terk edildi ki bu da acının boyutunu daha da derinleştirdi. İlk başlarda yardıma gidenler Antakya, Kahramanmaraş, Malatya’ya daha çok gidiyorlardı. Bunda da suçlu ya da suçlular varsa onca canların hesabı sorulmalı. Benim yakınlarım kendi çabalarıyla ancak 3. günü yakınlarının cesetlerine ulaşabildiler. Kimi molozların altında yaşamını yetirdi kimi de soğukta dondu denildi.

 

            Adıyaman milletvekilinin bile aile apartmanında depremin 3. gününde 28 kişilik aile fertleriyle beraber enkazda cansız bedenlerine ulaşıldı.

 

 “Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ise depremin 2. günü olan 7 Şubat tarihinde yaptığı açıklamada, illere göre vefat sayılarını açıklamıştı. Buna göre, Adıyaman’da 7 Şubat günü yaralı sayısı 400, ölü sayısı ise 720 olarak belirtilmişti.”

 

            TV’de gördüğümüz fotoğraf ve görüntüler içler acısıydı, ana caddelerin bile enkazdan dolayı kapandığını arabaların da binalar gibi enkaz yığını olduğunu gördükçe acılarımızı içimize gömüyorduk. Ortam büyük bir savaş alanına dönmüş gibi görünüyordu.

 

            3. günü sonrası nihayet gerek yurt içinde gerekse yurt dışında bilinçli ekipler gelmiş ve enkaz başında canlı kurmak için var güçleriyle büyük bir titizlikle çalışıyorlardı.

 

Bilinçli ekip ve termal kamera, arama kurtarmada bu zorlu işi kolaylaştırıyordu. İnsan gücü tek başına yetersiz kalıyordu çünkü...

 

            Parkistan, ABD, (12 arama köpeği, 160 kişilik arama kurtarma) İspanya, (14 arama köpeği, 46 kişilik ekip) Meksika’dan, (köpekleri ve150 kişi. Ayrıca bir köpekleri de göçük altın da kaldı öldü.) Tayvan, (5 arama köpeği, 130 kişi) Ermenistan, Cezayir (86 kişi) gibi yurt dışından gelen ve yurt içinden gelen Zonguldak madencileri, Kocaeli ekibi, Düzce ekibi, KKTC gibi birçok kurum kuruluşun gönüllü arama kurtarma ekibi gecikmeli de olsa Adıyaman’a gelip canla başla canlarını bile tehlikeye atarak bu zor günlerde hem getirdikleri yardımlarla hem de sahada göçük altında bir canlıyı çıkarmak için saatlerce uğraşıyorlardı. Bazen 9, 10 saat bir can için bir ekip iğneyle kuyu kazar gibi çok zor şartlarda çalışıyorlardı.

 

            Bu eli öpülesi ekiplerin içinde yer altında daha tecrübeli olan Zonguldak Madencileri ekranlarda büyük bir hayranlıkla takip ediliyordu. "Kömür için değil, ömür için geldik.” dediler. (Hakkınızı helal edin hepiniz, enkazın tozunu çok yuttunuz, bu zor zamanda yanımızda oldunuz...) Zonguldak’ın tecrübeli ekibi yığın yığın enkazda, tüneller açarak canlıya ulaşıyordu. İşte bu ekip: vakanın birinde depremden 90 saat sonra 8 metre derinliğe indi ve 17 yaşındaki genç kız sağ kurtarıldı. Yaşanan mucizeler hepimizi ekrana kitliyordu.

 

Dışardan gelen tüm ekipler, polis, jandarma, AFAD ve diğer ekipler muhteşem üstü idiler. Eğer bu ekipler ilk günlerde gelebilselerdi kurtarılan canların sayısı artacaktı ve kurtarılanlar da daha sağlıklı olacaklardı. Çünkü sonradan çıkarılanların bir kısmında kol, bacak amputeleri oldu ya da birkaç gün sonra vefat edenler…

 

Ezan sesi bile yoktu çünkü ne cami kalmış ne de ezan okuyabilecek hocası. Her şey çok kötü yazılmış bir senaryonun bir parçası ve sadece bu bir filim olabilirdi çünkü olanlar gerçek gibi değildi. Para bile burada işe yaramıyordu.

 

            Günlerce saatler süren göçük altından kalanları kurtarmaya çalışan ekipler canla başla çalıştılar. Sanırım en son 278 saat sonra Hatay’ın Defne ilçesinde 45 yaşlarında bir kişiyi göçük altından canlı kurtardılar.

 

            Çıkarılan yaralılar diğer illerde olduğu gibi Adıyaman’da da uçaklarla duruma göre başta İstanbul, Ankara gibi illere hastanelere götürülüyordu. Depremzedelere ulaşım havada, karada ücretsizdi. Gidenlere kimlik sorgulaması bile yoktu… Devlet ve gönüllü firmalar ellerinden geleni yapıyordu.  Her aileden kayıp vardı. Bazı aileler e kayıp daha da çoktu. Amcalar, dayılar, halalar, teyzeler bazılarında ne yazık ki artık yoktu. Kayıpların sayısı her gün artıyor. Hastanelerde artık yer sıkıntısı vardı. Durumu kötü olanlar ne yazık ki vefat ediyorlardı, özürlü ve sakat kalanların da sayısı her gün artıyordu. Giden her can yüreği yaksa da özellikle yetişmiş, yıllarını, ömrünü bilime vermiş kalifiyeli canlar Adıyaman için, ülke için daha da büyük kayıptı.

 

            Adıyaman’a üçüncü gününden sonra diğer illerdeki gibi çeşitli ülkelerden ve yurdumuzun çeşitli illerinden yiyecek, içecek, giyecek yardımları geliyordu. Herkes elindekini gönüllü paylaşıyor birbirileriyle yarışıyor gibi depremzedelere ellerinden geleni yapıyordu. Bu dağılım çok eşit olmasa da yararlananların sayısı her gün artıyordu.

 

Boşalan şehir ise enkazıyla baş başa kalıyordu. Kalanlar çadırını alabildiyse gelen yardımlarla artçı depremlerden korka korka soğuklarla baş başa yaşıyorlardı. Evi sağlam olan bile her an yeni bir deprem olacak korkusunu yaşıyor, evine giremiyordu. Çoğu depremzede yaklaşık bir hafta su bulamadığından banyo yapamamıştı. Elektrik de belli bölgelerde üç gün sonra ancak vardı. Kör karanlık sokaklar acıyı, yıkılışı fısıldıyordu.

 

                                                          

 

“10 Şubat itibariyle Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Adıyaman genelinde 3 bin 105 vatandaşın hayatını kaybettiğini, 9 bin 716 yaralının olduğunu ve toplamda 1939 binanın yıkıldığını bildirdi.

 

Adıyaman’da hasar tespit çalışmalarının Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından devam ettirildiğini belirten Karaismailoğlu: "Buna göre de Adıyaman’da yıkılan bina sayısı 1485’tir. Ağır hasarlı bina sayısı da 4 bin 85, yıkımı acil olan bina sayısı 538 olarak belirlenmiştir.15 Şub 2023”

 

            Tv’de haberler değişik bilgi verse de en son deprem bölgesindeki yapılacak konut sayısı şöyle idi: Bu kapsamda 199 bin 739 konut ve 73 bin 972 köy konutu için belirlenen rezerv alanlarda inşaat çalışmaları başlayacaktı.

 

DEPREM KONUTLARI İLLERİ VE KONUT SAYISI

 

Adana’da 2 bin 500,

 

Adıyaman’da 25 bin 882,

 

Diyarbakır’da 6 bin,

 

Gaziantep’te 18 bin 544,

 

Hatay’da 40 bin 426,

 

Kahramanmaraş’ta 45 bin 67,

 

Kilis’te 250,

 

Malatya’da 44 bin 770,

 

Osmaniye’de 9 bin 550,

 

Şanlıurfa’da 3 bin,

 

Elâzığ’da 3 bin 750 konut inşa edilecek

 

Bu yirmi gün içinde en çok çadır ve konteyner eksik görünüyordu.  Fakat halkın çoğu da soğuk ve diğer eksiklerden dışarıya gitmiş yakınlarına veya devletin tahsis ettiği yerlere geçici yerleşmişlerdi. Düşman bildiğimiz, dinsiz dediğimiz ülkeler bile yardım için 11 il için yarışıyordu.

 

Keşke savaş, düşmanlık, kin, hırs, nefret duyguları hiç olmasa da böyle komşuluk, dostluk, yardımlaşma ve paylaşma her ortamda olsa… Bu dünya hepimize yetmez mi zaten herkes bir gün ölecek, bu dünyadan gidecek. Bu dünya kime kaldı ki… Kim 100, 150 veya 200 yıl yaşamış ki ama böyle toplu ölümler çok acı. Bazıları kefen bile bulamadı ne buldularsa sardılar, kimi toplu mezarlara gömüldü ve kokan cesetler salgın hastalıklar olmasın diye de acele ediyorlardı. Sayı çoktu, günlerce enkaz altında kalan cesetler artık kokmaya başlamıştı.

 

Adıyaman’ın Kâhta ilçesinde bir köyde koca bir kaya ikiye bölünmüş ve köy evlerinin üstüne düşecek diye köylülere büyük korku yaşatmıştı. Çadırlara taşınan köyüler büyük şaşkınlık yaşamışlar. Çok şükür Nemrut Dağı’nda ve Roma dönemine ait 1800 yıllık Cendere Köprüsü’nde hasar yoktu. Adıyaman merkezindeki ulu camiimiz 1506-1515 yıllarında Dulkadirli Beyi Durak Bey tarafından yaptırılmış ve bugüne kadar da birçok tamirat görmüş ve bugünkü şeklini 1863 yılında almıştı. İşte bu altı asırlık merkez camimiz de bu depremde yıkılmış Adıyamanlıları yine çok üzmüştü. Yıkılan ocaklar, biten hayatlar gibi yıkılan tarih de yaşanan hüznün derinliğini artırıyordu.

 

            Vefat sayısının çokluğu, her kurumda personel eksikliğine sebep olmuştu. Adıyaman’da hayat durmuştu. Her kurumda zorunlu iş durmuştu. Artık o koca şehirde tek aktif olan, iş başındaki iş makineleriydi. Bir de enkaz toplama görevlileri görevlerini yapıyorlardı.

 

Adıyaman’ın hep gülen o yüzünü moloz yığını, toz duman, dert, keder ve acı sarmıştı. Belediye çalışanları bile birçok kayıp verdiği için depremin üçüncü gününden sonra toparlanmaya çalışıyordu. Zaten belediye binası ilk çöken binalardandı. Otuzdan fazla personel kayıplarıyla belediye de üstüne düşeni yapmaya çalışıyordu. Sıcak yemek ve diğer sorunlara çözüm arıyordu. Adıyaman’ın gözü kulağı basın mensupları da büyük kayıplar vermişti, basın ekibinden de on kişi bu depremde vefat etmişti. Yine TV programlarındaki bilim adamlarının açıklamaları her gün peş peşe geliyordu. Şöyle ki:

 

-        Kahramanmaraş, Hatay, Niğde, Konya ve Sivas’ta 20 günde farklı merkezli 6 deprem olmuş. 9 bin 970 artçı olmuş (20 gün içinde.)

 

-        11 ilde 44 bin 218 can kaybı olmuş (Bu sayı ha bire artıyordu ne yazık ki…)

 

-        BM enkaz yığınını açıklamış. “Gölcük depreminden 10 kat daha fazla moloz ortaya çıkmış.” deniliyordu.

 

-        Depremin etkilediği nüfus 13.500.000 olarak belirlendi. Bu da bazı ülkelerin nüfusunu göz önüne alırsak sonuçlar: Tunus 12.2 milyon, Belçika 11.6 milyon, Ürdün 11.1 milyon, Çek Cumhuriyeti 10.5 milyon, İsveç 10.4 milyon, Yunanistan 10.4 milyon, Portekiz 10.3 milyon, Azerbaycan 10.1milyon.

 

 Görüldüğü gibi bu sayı küçümsenmeyecek kadar vahimdi işte. Deprem sonrası yirmi gün dolsa da daha işin başındayız bizi bekleyen çok iş var. Acımız büyük, tarifi yok…

 

Birlik ve beraberlikle her zorluğun üstesinden geleceğiz. Başka Türkiye yok, başka Adıyaman yok. Devletimiz, iş adamlarımız ve gönüllü halkımızın da yardımıyla bu zor günler bir an önce bitecektir. Yeniden bu şehir ayaklanacak, yeniden daha düzenli, planlı kurulup, dimdik duracak. Her giden Adıyamanlı geri memleketine dönecektir. Adıyamanlılar koca yürekli olurlar ve birbirlerine de sahip çıkarlar. İnşallah bu felaket son olur bu yaraları bir an önce hep beraber sararız ve yanlışlarımızdan da ders alırız.                                    

 

 

 

  BU DEPREMDEN HEPİMİZ ARTIK DERS ALMALIYIZ.

Artık kendimize çeki düzen vermeliyiz. Aynı yanlışları tekrar etmemeliyiz. Bizler artık bundan sonra maddi manevi kaybetme lüksüne asla sahip değiliz. Bu ülke çok şehit verdi, çok zorluklar, kıtlıklar çekti. Sağlıklı, mutlu günler için, bir çeyrek ekmek, bir hoşafla bizler için Çanakkale’de savaştı aziz atalarımız! Hepimizin bildiği zaman zaman da unuttuğu bazı maddeleri tekrar etmekte sakınca görmüyorum.

 

 *Bundan sonra inşallah inşaat sektörü işini daha sağlam ve temiz yapar vitrini tek süslemek yerine tüm yeni yapıların zeminini önce depreme göre daha sağlam yapar. İmar affı kesinlikle olmamalı…

*Mimarlık Japonya’daki gibi ciddiye alınmalı, tıp öğrencileri gibi stajı, sınavı olmalı. Belli bir bilgi birikimi sonrası sahaya çıkmalı. Her parası olan, inşaat sektörüne el atmamalı. Şehir düzenini sağlamalı ve en önemlisi yerleşim yerlerini deprem bölgelerinden uzak tutmalıyız.

*Ev alanlar da büyük apartmanlardan kaçınır Türkiye’nin deprem bölgesi olduğunu düşünerek daha sağlam ve en fazla üç, beş katlı evlere ilgi duyar. Çevreyi yeşillendirir, güzelleştirir. Yatay mimarı kanunlarla şart olmalı. 

*Zenginliğin, aç gözlülüğün de boş olduğunu fark etmeliyiz. Birbirimizi yemekten enerjimizi boşa harcamamalıyız.

*Bu ülkenin geleceği için birlik ve beraberlik için enerjimizi harcamalı ülkemizin geleceği için devlet, halk gönüllü yarışmalı, daha çok çalışmalıyız.

*Yetişmiş kalifiyeli insanlara hak ettiği maddi manevi ortamı hazırlayarak onların yurt dışına değil yurtlarına daha faydalı olmaları için herkes elinden geleni yapmalı.

*Gerek devlet gerekse iş adamları kendi çıkarlarını bir kenara bırakıp bu ülkenin geleceği için maddi manevi emek vermeli, sabır göstermeli ve bu cennet ülkenin geleceği için daha çok çalışarak yaraları bir an önce sarmalıyız hep beraber.

*Bölünmemizi, zayıf düşmemizi bekleyen düşman ülkelere karşı dimdik durmalı ve soluduğumuz havanın hakkını vermeliyiz.

 

*Kıskaçlığı, bencilliği, tembelliği, aç gözlüğü… bir kenara bırakıp gelecek nesle Çanakkale’deki atalarımız gibi tüm zorluklara göğüs gererek topraklarımızı yabancılara satmadan sahip çıkmalı ve ülkemizi her anlamda birlik beraberlikle güzelleştirmeli ve zenginleştirmeliyiz.

*Bu ülkenin önde gelenlerine yalakalığı bırakıp onları emici değil, onlara farklı fikirler sunmalı, onları yüreklendirmeli, motive etmeliyiz.

 

*Ülkenin batısı, doğusu, kuzeyi, güneyi fark etmez. Türk’ü, Kürt’ü, Laz’ı, Çerkez’i kültür zenginliği olarak düşünmeli, saygı ve sevgi duymada ayrım yapmamalıyız.

 

*Var olan enerji kaynaklarımızı israf etmeden onlara sahip çıkmalı ve onları daha yararlı hâle getirmeliyiz. Devlet malını kendi malımızdan önce tutmalı, onun kıymetini bilmeliyiz.

 

*Dini kullanan kurum ve kuruluşlara izin vermemeliyiz. Din ve devlet işlerini konunun uzmanlarına bırakmalıyız. Akraba, dostlara torpil ve yalakayı artık yok etmeliyiz.

*Devlet malını hor kullanan ve hak etmediğini alanları takip ederek hak ettiği cezayı da vermeliyiz

*Vatan hainlerini barındırmamalıyız. Bu vatana zarar veren herkes haindir, bencildir. Bu vatana emek veren, zarar vermeyen, faydalı olan herkes baş tacıdır.

*Şair, yazar ve sanatçıları bastırmadan hak edeni ödüllendirerek yanlışları, eksikleri dile getirmelerinde yüreklendirmeliyiz. Toplumun aynası olan doğruyu yazan kalemlerin çoğalmasını desteklemeliyiz. Maddi manevi destek olmalı toplumun birlik beraberliğine hitap eden kalemleri susturmamalıyız. Sanatçısına sahip çıkan memleketine sahip çıkar ve güzelleştirir her şeyi.

 

*Toplumun gözü kulağı olan basın mensuplarına destek olmalı ve yalan, yanlış, taraflı yazan, çizene de hemen müdahale etmeliyiz.

 

*Toprağımızı yabancılara satışını artık durdurmalıyız. Özelikle kıyı kesimine dolan yabancılara artık yeter demeliyiz.

*Lise ve üniversitelerde yurdun dört bir yanına çeşitli geziler düzenlemeli, özellikle Çanakkale’yi bilinçli bir şekilde gezdirmeliyiz. Yurdun dört bir yanında var olan güzelliklerin bilincine vararak bu vatanın kıymetini erkenden yüreklere taşımalıyız.

*Yer altı ve yer üstü zenginliklerimizi değerlendirmeli, ekonomiyi güçlendirmeliyiz.

*Dinimizi bilimsel yoldan ilkokuldan başlayarak din ve güzel ahlakı erkenden yüreklere teslim etmeliyiz. Dini farklı amaçlar güden gruplara bırakmamalıyız. Tarih boyunca yabancıların dini kullanarak bizi parçalamak istediklerini unutmamalıyız.

*İlkokuldan başlayarak okullarda zeki, dahi ve özel yetenekleri olan öğrenci ve velilere maddi manevi yakın olmak, yardım etmek ve yönlendirmek konusunda bilinçli bir ekip kurmalı ve iş başına getirmeliyiz.

 

*Tarihimizi yeni nesle doğru öğretmeli, tarihî kişilikleri, gelenek göreneklerimize uygun bir şekilde filim ve dizilerle her yaşa uygun bir şekilde değerlendirmeli o kişileri tüm topluma tanıtmalıyız.

*Eğitim ordusunu daha donanımlı yetiştirerek onları yüreklendirmeli dini, tarihi, coğrafyamızı, depremi, birlik ve beraberliğin sonsuz gücünü çok erken yaşta yaşa uygun bir şekilde tüm öğrencilerimize öğretmeliyiz.

*Gençlerimizi sigara, içki, uyuşturucu gibi tüm kötü alışkanlıklardan korumalı ve eğitimini de zaman zaman vermeliyiz.

*Ülkemizdeki ormanları çoğaltmalı ve var olanları da korumalı, kıymetini bilmeliyiz.

*Denize dökülen akarsularımıza engel olmalıyız.  Tarım ve diğer ihtiyaçlar için daha faydalı işler için kullanmalıyız.

*İlkokul ve ortaokullarda bu ülkeye nasıl faydalı olabilirim dersi olmalı. Ne iş yaparsa yapsın buna dikkat etmeli. Her birey yaşadığı vatana zarar vermeden, faydalı olmalı

*Zamanın acımasızlığı karşısında çok çalışarak sanayi, tarım, ekonomi, eğitim, sağlık nerede eksik varsa bir an önce gidermeli ve Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışır refah düzenini kurmalıyız.

*Bilim ve teknolojiyi yaptığımız her işte kendimize rehber etmeli ve bilim adamlarına da sahip çıkmalıyız.

*Bu ülkede birbirimizi sevmekten ve iyi kötü günü paylaşmaktan hiç vazgeçmeyelim. Birliğimizin bize katacağı gücün, faydasına inanmalıyız.

*Bu ülkenin verimli topraklarının kıymetini bilmeli ve uygun ürün yetiştirip dışarıya bağımlı yaşamayalım artık.

*Ülkenin bel kemiği ordu, polis, asker eğitim, sağlık gibi tüm kurum ve kuruluşlarını siyasetten uzak tutmalı işini severek yapanın da hakkını vermeli ve onları ödüllendirerek topluma her gün yeni örnek kişilikleri tanıtmalı onurlandırmalıyız.

* Milletvekili maaşları devlet memurları gibi olmalı işte o zaman seviye yakın olursa insanların birbirine yakınlığı da daha iyi olur. Milletvekili olmak isteyenler para ve başka kötü hırsları içinde beslememeli. Vatan, millet aşkı ön planda olmalı. Lüks, bencilik, liyakatsizlik varsa bunlar milletvekili seçilmemeli. Seçildiği bölgenin sorunlarına eğilmeli çözüm arayışına girmeli. Yani Ankara’ya gidip memleketi unutup torununun torununu kurtarma derdine düşmemeli vekiller. Yurt dışına çocuklarını gönderme hevesini her başarılı evlat için düşünebilmeli ve iş adamlarını zeki, çalışkan öğrencilere burs konusunda yönlendirme yapmalı ve başarılı çocukların eğitim sonrası tekrar memlekete gelme konusunda uğraş vermeli.

*Her ilin seçtiği milletvekili ikamet adresi ailesiyle birlikte Ankara değil seçildiği il veya ilçe olmalı. Ankara’ya belli zamanlarda gidip resmî işlerini halletmeli ve geri tekrar seçildiği bölgeye dönmeli, seçildiği bölgede sorunlara yakın olmalıdır. Arada kimse olmadan bire bir halkla olmalı. Halkla iç içe olmalı sorunları çözmeli ve zengin iş adamları, esnafları, halkla dayanışma en üst seviyede olmalı. Bunlara köprü görevi yapmalı. Bunlardan uzak uzak durursa soruna sorun eklenir. Milletvekili ve ailesi şehrin tüm sorunlarını ailecek ele alırsa çözümü de daha kolay olur. Babasının arabasına binen havasını atan, etrafındaki yalakalarla eğlenip keyif peşinde koşan her milletvekili evladı diğer evlatlara da kötü örnek oluyor. Bu vatan borcunu her vekil en iyi şekilde yapmalı ve çevresine de ailecek örnek olmalı. Çok çalışmak, dürüst olmak ve memlekete faydalı olmak görev bilinci olmalı.

*Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’nin farklılığını, önemini yeni nesle çok iyi öğretmeliyiz. İlke ve inkılaplarına sahip çıkmalıyız. Vatan, millet sevdasının yürekleri beslediğini unutmamalıyız.

 

 

 

*Başka Türkiye yok tek Türkiye var. Hepimiz elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Doğru olanın da peşinden gurur yapmadan gitmeliyiz. Hiçbirimiz bu ülkenin huzuru, refahı, birlik beraberliği ve ekonomisinin ne kadar iyi olursa geleceğimizin de o kadar aydın ve güvenli olacağını unutmamalıyız.

 

 

 

   Fatma Özger BİLGİÇ

Yorumlar

Bu habere henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.

Yorum Yaz