Bir Toplum Nasıl Yükselir?
Toplumların kaderi, sanıldığı gibi büyük projelerle değil; bireylerin günlük hayatlarında benimsedikleri değerlerle şekillenir. Bugün geriye dönüp baktığımızda, bizi ileri taşıyacak olan şeyin ne teknoloji ne ekonomi ne de siyasi güç olduğunu anlıyoruz. Asıl mesele, insan kalitesidir.
İşte güçlü bir toplumun temel taşlarını hatırlatan bir pusula:
Bilgiye direnin, cehalete değil.
Dünya hızla değişiyor. Hem kendi kültürümüzü hem de evrensel kültürü bilmeden ayakta kalmak mümkün değil.
Ahlakı hayatın merkezine koyun.
Yüksek teknolojiye sahip ülkelerin bile en güçlü yanının karakter olduğunu görmemiz gerekiyor. Nezaket, dürüstlük ve güvenilirlik hiçbir dönemde değerini kaybetmedi.
Edebiyatı küçümsemeyin.
Mühendis ya da ekonomist olabilirsiniz ama düşüncenizin sınırlarını genişleten şey dildir, edebiyattır. Okumadan gelişmek mümkün değil.
Yüzeyselliğe esir olmayın.
Bilgiyi derinlemesine kavramak; hayatı, insanı, dünyayı daha doğru analiz etmeyi sağlar.
Disiplin, başarıyı doğuran sırdır.
Gerek işte, gerek hayatta düzeni olan bireyler hem kendine hem topluma değer katar.
Tüketim kültürüne teslim olmayın.
Para bir araçtır; amaç haline geldiğinde insanı tüketir. Akıllı harcama, sürdürülebilir gelecek demektir.
Güzelliği ve estetiği hayatınıza katın.
Evinizde, çevrenizde, davranışınızda… İncelik bir medeniyet göstergesidir.
Yeme içmede ölçülü olun.
Sağlık, toplumların en büyük sermayesidir. Gerektiği kadar yemek, yaşam kalitesidir.
Kitap ve kalemden daha değerli teknoloji yoktur.
Telefonunuz pahalı olabilir ama zihninizi geliştirmeyen bir hayat, uzun vadede kimseye fayda sağlamaz.
Hayatın anlamını sorgulayın.
Sadece para kazanmak için yaşamak, insan potansiyelini küçültür. İnsan kendisi için değil, ürettiği değerler için anılır.
Görgü ve nezaket toplumun aynasıdır.
Kibar toplumlar güçlü toplumlardır. Nezaket geri kalmışlığın değil, ileriliğin işaretidir.
Duygusal taşkınlıklara kapılmayın.
Holiganlık, aşırılık ve kör tarafgirlik bireyi de toplumu da geriye götürür. Akıl ve denge her zaman kazandırır.
Kendini beğenmek gelişimin önündeki en büyük engeldir.
Kusurlarını fark edebilen insan ilerler; övünmek değil, gelişmek değerlidir.
Erdem, başkalarının da kabul ettiği bir değerdir.
Gerçek erdem, gösterişsiz olandır.
Bencillik toplumu çürütür.
Paylaşan, yardım eden, başkasının yükünü hafifleten insanlar toplumun gerçek mimarlarıdır.
Saygıdeğer okurlarım;
Tarih boyunca Müslüman dünyanın en büyük tartışmalarından biri, otorite boşluğu oldu. Coğrafya genişledi, kültürler çeşitlendi, sorunlar arttı; fakat bütün bu sorunların üzerine çökecek, onları nihai kararlara bağlayacak bir “merkez” asırlardır yok. Bu boşluk çoğu zaman ulus-devletlerin çıkarları, mezheplerin yorum farkları ve politik hesaplar arasında kaybolup gidiyor.
Bugün dünyada yaşanan krizlere baktığımızda —Gazze’den Keşmir’e, Afrika’nın iç savaşlarından İslam dünyasının dini iç tartışmalarına kadar— ortak bir gerçek önümüze çıkıyor: çok seslilik var ama kararı bağlayacak bir mekanizma yok.
Peki, hayal edelim:
Ya Mekke ve Medine, Vatikan modeli benzeri bir dini–kültürel özerk bölge olsaydı?
Ve bu bölgede, tüm İslam ülkelerinden bağımsız, siyasi baskılardan uzak bir İslam Üniversitesi, bir “ilim senatosu”, bir de “hikmet binası” inşa edilseydi?
Kutsal Şehirlerde Bağımsız Bir Akademi
Böylesi bir yapının merkezinde, ulus devletlerden değil, ilimden beslenen bir üniversite olurdu. Burada öğrenciler yalnız fıkıh değil; sosyoloji, uluslararası hukuk, çatışma çözümü, modern etik, teknoloji ve yapay zekâ gibi çağın gereklilikleriyle harmanlanmış bir eğitim alırlardı. Amaç, İslam dünyasının bugünkü sorunlarına cevap verebilecek uzmanlar yetiştirmek.
NBu üniversiteden mezun olanlar, hayali “hilafet binasının” farklı katlarında görev alırdı.
Hilafet Binası: Bir Mimari Sembol Olarak İrade
Tasavvur ettiğimiz bina, fiziki yüksekliğinden çok fikri yüksekliği temsil ederdi.
• Alt katlar: Dünyanın dört bir yanındaki İslam ülkelerinin temsilcileri…
Burada meseleler tartışılır, herkes fikrini ortaya koyar.
• Orta katlarda: Üniversiteden yetişmiş bağımsız uzmanlar…
Siyasi değil, ilmi gerekçelerle değerlendirme yaparlar.
• En üst kat: Bu kat, karar verici kurulun olduğu yer.
Tek kişinin değil, istişarenin gücüne dayalı bir “hikmet konseyi”.
Bu sistemde kimse “ben karar veriyorum” diyemez; fakat kimse “karar verilemiyor” da diyemez.
Bugünün Sorusu: Gazze’de Oruç Tutulur mu?
İşte tam da bu sebeple böyle bir yapının hayal edilmesi bile insanın içini rahatlatıyor.
Bugün İslam dünyasının karşı karşıya kaldığı en basit fıkhi sorular bile politikleşiyor. Gazze’de oruç tutulur mu, savaş halinde hangi ibadetler nasıl yerine getirilir? Bu soruların cevabı bile ülkeden ülkeye, cemaatten cemaate değişiyor.
Oysa yukarıdaki gibi bağımsız bir otorite sistemi olsaydı:
• Dinî konular siyasetten arındırılır,
• Fıkıh, güncel insani dramlarla uyumlu şekilde yorumlanır,
• Tam bir “dünya Müslümanları rehberi” oluşurdu.
Bugün tüm İslam dünyasını ilgilendiren bir meselede, karar verebilecek tek bir merkez olmaması başlı başına bir krizdir.
Bir Rüya mı, Bir İhtiyaç mı?
Elbette bu tamamen teorik bir düşünce. Ne uluslararası hukuk buna hazır, ne bölgesel dengeler. Ancak düşünce tarih boyunca değişimlerin ilk adımı değil midir?
Üstelik bu hayaldeki en önemli mesaj, siyasi bağımsızlık değil; ilmî bağımsızlık, vicdani bağımsızlık ve sorumluluk sahibi bir karar mekanizması arayışıdır.
Bugün Müslümanların belki de en çok ihtiyaç duyduğu şey bu:
Sadece tartışan değil, karar verebilen bir akıl birliği.
Böyle bir merkezin gerçekleşip gerçekleşmemesi bir yana, bize hatırlattığı hakikat açık:
İslam dünyası, dağınıklığı değil; istişareyi, adaleti ve hikmeti merkeze alan yeni bir zihinsel modele her zamankinden daha çok muhtaç.
Değerli okurlarım;
Veliler yorgun, çocuklar zamansız… Türkiye’nin artık sporla eğitimi buluşturan okullara ihtiyacı var!
Türkiye’de eğitim sistemi yıllardır aynı sorunu yaşıyor: Okul ve spor birbirinden kopuk iki ayrı dünya gibi ilerliyor. Sabah okula giden bir çocuk, akşamüstü spor kulübüne yetişmek için trafikte saatler harcıyor. Veliler işten çıkıp çocuklarını idmana yetiştirmeye çalışıyor, çocuklar ise yorgunluktan ne derse ne de spora tam anlamıyla odaklanabiliyor.
Sonuç mu? Ne dersler tam verimli oluyor, ne de spor. Ve en acısı, birçok yetenek keşfedilmeden kayboluyor.
Oysa çözüm aslında elimizin altında: Devlet destekli özel spor okulları.
Bu okullar, bünyelerinde en az iki spor branşını barındırmalı; çocuklar hem akademik eğitimlerini almalı hem de lisanslı sporcu olarak gelişimlerine devam edebilmelidir. Böylece ders ve spor çatışmak yerine, birbirini tamamlayan iki unsur hâline gelir.
Devletin Rolü Hayati
Bu dönüşümde devletin desteği kritik önem taşıyor. Özel sektörün bu alana yatırım yapabilmesi için arsa tahsisi, vergi indirimi ve altyapı kolaylıkları gibi teşvikler sağlanmalıdır. Bu destekler yalnızca yatırımcıyı değil, aileleri ve öğrencileri de rahatlatacaktır.
Ayrıca, okul ve sporun aynı çatı altında toplanması; şehir içi trafiğini azaltacak, ailelerin zamanını ve maliyetini düşürecek, çocuklara da sağlıklı bir yaşam alanı sunacaktır.
Kayıp Yeteneğin Bedeli Büyük
Bugün Türkiye’nin dört bir yanında, farklı branşlarda büyük potansiyele sahip binlerce genç var. Ancak sistemli bir yapı olmadığı için bu çocukların çoğu, sporu erken yaşta bırakıyor. Eğitim baskısı, ulaşım zorluğu, zaman darlığı derken potansiyelimiz heba oluyor.
Oysa doğru planlamayla bu gençler hem başarılı sporcular hem de akademik anlamda donanımlı bireyler olabilir.
Bir Zorunluluk Haline Geldi
Spor, sadece kupa veya madalya kazanmak değildir; özgüven, disiplin, takım ruhu ve sağlıklı bir yaşam biçimidir. Türkiye’nin genç nüfusu, bu değeri hak ediyor.
Devletin, özel okullarla iş birliği içinde bu vizyonu hayata geçirmesi artık bir lüks değil; geleceğimiz için bir zorunluluk.
Çünkü kaybolan her çocuk yeteneği, aslında ülkenin kaybettiği bir gelecek demektir.
Kıymetli okurlarım.
Öncelikle askeri uçak kazasında şehid olan 20 mehmetçiğimize Allahtan rahmet diliyor,yakınlatına başsağlığı diliyorum.Bu millet tarih boyunca da çok şehit verdi.En çok şehit veren nillet Türk milletidir.Bu vatan onun için kutsaldır.Şehitler yurdudur.Şairin
"Bayrakları bayrak yapan,üstündeki kandır
Toprak;eğer uğrunda ölen varsa vatandır"
sözü tamda vatanımız için söylenmiş sanki.
Bir milletin bağımsızlığı, o milletin vatanına duyduğu sevgi ve bu uğurda gösterdiği fedakârlıkla ölçülür. Vatan, sadece toprak parçası değildir; üzerinde yaşayan insanların özgürlüğü, inancı, tarihi ve geleceğidir. Bu yüzden her Türk evladının yüreğinde “Önce vatan!” anlayışı yer etmiştir.
Vatan sevgisi, sözle değil, eylemle gösterilir. Bu sevginin en yüce göstergesi ise, gerektiğinde canını ortaya koyarak bu toprakları savunan şehitlerimizdir. Şehitlik, yalnızca bir ölüm değil; bir milletin bağımsızlığına adanmış bir diriliştir. Şehitler, bayrağımızın renginde, ezanımızın sesinde, toprağımızın her karışında yaşamaya devam ederler.
Tarih boyunca Türk milleti, vatanı söz konusu olduğunda hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştır. Çanakkale’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da; bugün de sınır boylarında aynı inançla görev yapan kahramanlarımız, bu gerçeğin en canlı kanıtıdır. Onlar sayesinde biz bugün özgürce nefes alıyor, barış ve güven içinde yaşıyoruz.
“Önce vatan” demek, sadece savaşta değil, barışta da görevini en iyi şekilde yapmaktır. Şehitlerimizin emaneti olan bu vatanı korumak, çalışmak, üretmek ve birlik içinde yaşamak her birimizin görevidir. Çünkü bu topraklar, bize miras değil, emanettir.
Kıymetli Okurlarım;
Günümüzde küreselleşen dünyada, insanlar eğitim, iş ,gezi veya yaşam amacıyla farklı ülkelere gitmektedir. Türk vatandaşları da dünyanın pek çok yerinde yaşamaktadır. Bu nedenle, yurtdışında yaşayan her Türk’ün davranışları ve tutumu, doğrudan Türkiye’nin imajını etkilemektedir.
Yurtdışında ki bir Türk’ün, bulunduğu ülkenin kanun ve kurallarına uyması,saygılı, dürüst, çalışkan ve yardımsever olması, Türkiye hakkında olumlu bir izlenim oluşturur. İnsanlar, bireylerin davranışlarından onların geldiği ülke hakkında fikir edinirler. Bu yüzden, yurtdışındaki her Türk aslında “gönüllü bir kültür elçisidir”.
Tarihimizden ve manevi değerlerimizden aldığımız edep,asalet,terbiye ve güzel ahlakı gittiğimiz her yere örnek olarak taşımalıyız.
Mehmet Akif ERSOY'un dediği gibi:
"Bir zamanlar bizde millet,hem basıl milletmişiz
Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz"
İşte bu düsturun bilincinde olmak önemlidir.
Yurt dışında Türk kültürünü tanıtmak, dilimizi ve geleneklerimizi doğru bir şekilde anlatmak da büyük önem taşır. Yabancıların Türk yemeklerini, misafirperverliğimizi ve tarihimize olan sevgimizi tanıması, ülkeler arası dostluğu güçlendirir.
Sonuç olarak, yurtdışında yaşayan Türkler, her zaman Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmeye özen göstermelidir. Unutmamalıyız ki her davranışımız, ülkemizin itibarına katkı sağlar veya zarar verir. hatta iki ülke arasında krizlere neden olabilir.Örneğin son dönemlerde Karadağda yaşanan hadiseler hepimizi üzmüştür.Her ne kadar sonradan basına yansıyan bazı haberlere göre ilgili Türk vatandaşları berat etmiş olsa bile,çamur at, tutmasada izi kalır hesabı yarattığı olumsuz imaj uzun süre devam edebilir.
Karadağ, Bizim bir mahallemiz kadar küçük bir ülke. Turizm gelirinden başka bir geliri yok. En çok turistde Türkiye'den gidiyor.
Bir kavga bahane edilerek Türklere vize uygulaması ilginç.
Karadağ'ın bu kararının arkasında başka sebepler mi var veya başkaları yeni bir oyun mu kuruyor diye de aklımıza gelebilir.
Onun için her bir Türk vatandaşı dünyanın neresine giderse gitsin ki Hac Umre de buna dahildir ki bu sorumluluğun bilincinde olmalıdır.
Değerli okurlarım;
Cumhuriyet, halkın kendi iradesiyle yönetime katıldığı, aklın ve bilimin rehberliğinde ilerleyen bir yönetim anlayışıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri de bu değerlere dayanır. Ancak bir devletin güçlü, adil ve sürdürülebilir biçimde varlığını devam ettirebilmesi için yalnızca yönetim biçimi değil, o yönetimi elinde bulunduran kişilerin niteliği de son derece önemlidir. İşte bu noktada liyakat kavramı, Cumhuriyet’in temel dayanaklarından biri olarak karşımıza çıkar.
Liyakat, bir göreve getirilen kişinin bilgi, beceri, ahlak ve yetkinlik bakımından o görevi hak etmesi anlamına gelir. Başka bir ifadeyle, “işi ehline vermek”tir. Liyakat esas alınmadan yapılan atamalar, sadece bireylerin değil, toplumun da zarar görmesine yol açar. Çünkü ehil olmayan kişilerin bulunduğu kurumlarda verimlilik düşer, adalet zedelenir ve güven duygusu sarsılır.
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in temellerini atarken bilime, akla ve adalete dayanan bir yönetim anlayışı hedeflemiştir. Atatürk’ün “Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır” sözü, aslında liyakat ilkesinin en sade ifadesidir. Cumhuriyet’in kurucu kadroları, görevlerini kişisel çıkar için değil, ülke menfaati için yapan, alanında uzman, fedakâr insanlardı. Bu anlayış, Cumhuriyet’in kısa sürede eğitimden sanayiye, kültürden bilime kadar birçok alanda ilerleme kaydetmesini sağlamıştır.
Bir toplumda adaletin ve güvenin tesis edilmesi, yönetim kademelerinde liyakat esasına bağlı kalınmasına doğrudan bağlıdır. Eğer bir göreve getirilen kişi, o makamı bilgi ve emeğiyle değil, torpil veya çıkar ilişkileriyle elde ediyorsa; bu durum hem kurumların saygınlığını hem de toplumun moralini zedeler. Liyakat eksikliği, sadece bireysel haksızlıklara değil, uzun vadede ülkenin gelişimini engelleyen yapısal sorunlara yol açar.
Bugün Türkiye’nin hedefi, çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkmaktır. Bu hedefe ulaşmanın yolu; eğitimde fırsat eşitliği sağlamak, gençlere liyakat esaslı bir gelecek sunmak ve her alanda adaletli bir sistem kurmaktan geçer. Devletin her kademesinde, belediyeden üniversitelere, bürokrasiden özel sektöre kadar liyakat esas alındığında, üretkenlik artacak, adalet güçlenecek ve Türkiye Cumhuriyeti daha sağlam temeller üzerinde yükselecektir.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında, en büyük güvencemiz, genç ve dinamik, aynı zamanda bilgiyle donanmış, ahlaklı ve liyakatli bireylerdir. Türkiye Cumhuriyeti ancak bu anlayışla, yani liyakatli ellerde gerçek anlamda yükselebilir ve geleceğe güvenle ilerleyebilir.
Değerli okurlarım.
Son zamanlarda artık iyice siyasete ve siyasetçilere güven ve itibar azaldı.Neden? Siyasetin ve siyasetçilerin itibar kaybının nedenleri çok boyutludur ve hem toplumsal hem de sistemsel dinamiklerle ilişkilidir.
Bunların başında belki tecrübesizlik gelmekte. Hayatta hiç bir şeyde başarılı olamamış,hayatı bilmeyen, a-sosyal kişiler sırf etiketi ve eğitim durumuna bakarak bu işe soyunmakta veya seçilmekte.Bu baştan son derece yanlış olan bir husustur.
Aşağıda bu nedenleri başlıklar hâlinde açıklamaya çalışacağım.
1. Yolsuzluk ve çıkar ilişkileri
Rant, ihaleler, usulsüzlükler, akraba kayırmacılığı (nepotizm) gibi olaylar toplumda güven erozyonuna yol açar.
Siyasetçilerin kişisel çıkarlarını kamu yararının önüne koyduğu algısı, siyaset kurumuna duyulan saygıyı azaltır.
2. Tutarsız söylem ve popülizm
Siyasetçilerin popülist söylemlerle kısa vadeli oy kazanma stratejileri benimsemesi, samimiyetlerinin sorgulanmasına neden olur.
Verilen sözlerin tutulmaması, siyasetin güvenilirliğini zedeler.
3. Şeffaflık ve hesap verebilirlik eksikliği
Demokratik sistemlerde vatandaşlar hesap sorabilme hakkı ister.
Harcamaların, karar süreçlerinin ve ilişkilerin şeffaf olmaması, toplumda “kapalı kapılar ardında işler dönüyor” algısı yaratır.
4. Parti içi demokrasi eksikliği
Adayların tepeden belirlenmesi, farklı seslerin bastırılması ve liyakatin geri planda kalması, siyaseti “elit bir zümre işi” gibi gösterir.
Bu durum, toplumun siyasete katılım isteğini azaltır.
5. Medya ve iletişim dili
Siyasetçilerin kutuplaştırıcı, saldırgan ve kutuplaşmayı derinleştiren söylemleri, kamuoyunda nefret ve yorgunluk oluşturur.
Medya manipülasyonu veya “algı yönetimi” çabaları, siyasetin samimiyetini sorgulatır.
6. Toplumsal değişim ve beklentiler
Yeni nesiller, şeffaflık, katılımcılık ve etik konularında daha hassas. Geleneksel siyaset anlayışı bu beklentileri karşılamadığında itibar kaybı yaşanıyor.
7. Siyasal sistemde tıkanma ve sonuçsuzluk hissi
Uzun süredir çözülemeyen sorunlar (ekonomi, eğitim, adalet, işsizlik vb.) karşısında siyaset kurumunun etkisiz olduğu algısı oluşuyor.
Vatandaş “kim gelirse gelsin değişen bir şey olmuyor” düşüncesine kapılıyor.
8. Etik ve ahlaki değerlerin zayıflaması
Siyasetçiler arasında görülen hakaret, kutuplaştırma, ötekileştirme gibi davranışlar toplumda siyaset kurumunun ahlaki üstünlüğünü zedeler.
9. Küresel eğilimler
Bu sadece Türkiye’ye özgü değil. Dünyada da “siyaset sınıfı”na duyulan güven azalıyor.
Bunun nedenleri arasında teknokratik yönetimlere, dijital aktivizme ve sivil toplum hareketlerine olan ilginin artması da var.
Netice olarak bu vatan hepimizin.Vatanının ve milletinin menfaatlerini her şey den önce ve önde tutacak siyasetçilere ne çok ihtiyacımız var.
Değerli okurlarım.
Son zamanlarda değer kaybına uğrayan mesleklerden veya kurumlardan biri de dini temsil eden kişiler ve kurumlardır Bunun nedenleri neler olabilir?
1. Tutarsızlık ve Çifte Standart
• Dini öğretileri anlatırken başkalarına öğüt verdiği değerlere kendisinin uymaması (örneğin, dürüstlük, tevazu, ahlak gibi konularda zayıf kalması).
• “Söylediğini yapmamak” algısı toplumda güven kaybına yol açar.
• Bu durum halk arasında “dini çıkar için kullanıyorlar” düşüncesini güçlendirir.
2. Maddi Çıkar ve Yolsuzluk Algısı
• Dinin manevî yönünden çok maddî kazanç elde etmeye çalışan bazı din adamlarının varlığı.Özellikle asli görevinden daha çok emlakçılık,galericilik,kooparatifcilik gibi işlerle uğraşmak ve sosyal medya da sürekli bu paylaşımlarda bulunmak.
• Bağış, yardım veya cemaat gelirlerinin kötüye kullanıldığı iddiaları.
• Gösterişli yaşam tarzı veya lüks tüketim, halkta tepki doğurur.Artık din adamları yorum yapmasında sadece ayet hadis okusun ,nakletsin düşüncesi oluşmakta.
3. Bilgi Eksikliği ve Yetersizlik
• Günümüzün karmaşık sosyal, ekonomik ve bilimsel meselelerine yüzeysel yanıtlar verilmesi.
• Dinî konularda yeterli eğitim veya entelektüel derinlik olmadan fetva verme.
• Bu durum, özellikle genç kuşaklarda din adamlarını “gerçek hayattan kopuk” gösterir.
4. Siyasetle Aşırı İç İçe Olma
• Din adamlarının dini tarafsızlıklarını yitirip belli siyasi partilerin veya ideolojilerin temsilcisi gibi görünmeleri.
• Bu, dini inançların politik çıkarlarla karıştığı algısını doğurur.
• Sonuçta dinin kendisine değil, din adamlarına olan güven zedelenir.
5. Medya ve Sosyal Medya Etkisi
• Sosyal medyada paylaşılan yanlış, çelişkili veya provokatif açıklamalar.Adete dinin komedileştirilmesi ve komik hale getirilmesi.
• Skandalların hızlı yayılması (ahlaki, ekonomik, siyasi vb.).
• Medyanın bazı olumsuz örnekleri öne çıkararak genelleme yapması.
6. Toplumsal Değerlerde Değişim
• Modernleşme, bireyselleşme ve sekülerleşme süreçleriyle birlikte dinin toplumsal etkisinin azalması.
• Gençlerin sorgulayıcı hale gelmesi ve geleneksel otoriteleri (din adamları dâhil) daha fazla eleştirmesi.
• Dini söylemin çağın sorunlarına yanıt verememesi.
7. Gerçek Din Adamlarının Gölgeye Düşmesi
• Samimi, dürüst, bilgili din adamlarının sesi genellikle daha az duyulur.
• Skandal çıkaran az sayıdaki kişi tüm kesimin imajını zedeler.
• Toplumda “bütün din adamları aynı” genellemesi yapılır.
Netice itibari ile tuz da kokmasın diye dini temsil eden kişi ve kurumların çok daha fazla dikkatli ve samimi olmaları beka meselesidir.
Değerli okurlarım
Bu gün Gazze de yaşanan yüreğimizi burkan üzücü olaylar hepimizin malumudur.Bence bu gün Gazzede yapılmak istenen sosyal mühendisliği farklı bir açıdan ele almak lazım. Aslında bir yönden baktığımızda imar meselesinin nasıl beka meselesi olabileceğini görürüz.Önceden Gazze de bir katlı iki katlı müstekil evi olan o filistinliler,geleneklerini, göreneklerini ,birlik ve beraberliklerini ,mahalle kültürlerini,inanç ve ibadetlerini sürdürüyorlardı,birbirleriyle kaynaşıyorlardı ,kenetleniyorlardı.Şimdi ise Gazze yakıldı, yıkıldı, yok edildi,taş üstünde taş kalmadı.
İşte şu an Gazze de yapılmak istenen proje şudur: oraya çok katlı binalar,gökdelenler,iş merkezleri yapılacak ve oraya kimlerin yerleştirileceği de belli değil. Sonra bu Filistinliler orada azınlıkta kalacak ve o binaların ancak temizlikçisi , bekçisi olabilecekler ve dağılıp gidecekler. Böylece o önceki mahalle kültürleri,gelenek ve görenekleri,milli ve manevi benlikleri zayıflayacak,mahalle kültürleri yok olacaktır,asimile olup sindirileceklerdir.
Aliya İzzet Begoviç bu durumu nasıl da vecizeleştirmiş."Savaş düşmana yenilince değil,onlara benzeyince kaybedilir"
Devlet, toplumun düzenini sağlamak, vatandaşların haklarını korumak ve kamu hizmetlerini yürütmekle sorumludur. Ancak bu görevlerin düzgün şekilde yerine getirilmesi için devletin sadece yasa yapması ve uygulaması yetmez. Asıl önemli olan, bu işlemlerin doğru yapılıp yapılmadığının denetlenmesidir. Denetim, devletin sağlıklı ve adil işlemesinin temel şartlarından biridir.
Denetim, devletin kendi kurumlarını, çalışanlarını ve uygulamalarını kontrol etmesi anlamına gelir. Bu kontrol sayesinde hatalar tespit edilir, yanlışlıklar düzeltilir ve kamu kaynakları doğru şekilde kullanılır. Örneğin, devletin bütçesiyle yapılan bir yol çalışmasının gerçekten kurallara uygun yapılıp yapılmadığını inceleyen kurumlar vardır. Bu kurumlar, hem paranın boşa harcanmamasını sağlar hem de vatandaşın hakkını korur.
Devlet içindeki en önemli denetim mekanizmaları şunlardır:
Denetim olmazsa, devlet içinde yolsuzluk, usulsüzlük ve görev ihmalleri artar. Devlet gücünü kötüye kullanan kişiler cezalandırılmazsa, halkın devlete olan güveni sarsılır. Ayrıca vatandaşlar, devletin adil ve şeffaf olduğuna inanmazsa, toplumsal barış da zarar görür.
Etkin bir denetim sistemi, hem devlet yöneticilerini sorumlu kılar hem de halkın haklarını korur. Bu nedenle denetim, demokrasinin temel taşlarından biridir.
Devletin güçlü, adil ve güvenilir olabilmesi için denetim şarttır. Denetim sayesinde devlet kendi işleyişini kontrol eder, hataları düzeltir ve halkın güvenini kazanır. Bu nedenle denetim, sadece teknik bir işlem değil, aynı zamanda hukukun üstünlüğünün ve demokrasinin bir güvencesidir.
Son Köşe Yazıları
İNSANLIK vardı bu topraklarda, en hasından en orjinalinden. Komşuluğun altın çağında. Anahtarlar kapıların üzerinde...
(21 Kasım 2025 08:41:12)
Almanya'daki marketlerde 350 liraya rahatça alınan bir kilo et, bu topraklarda 900 lirayı görüyor. Emekli maaşıyla bir k...
(19 Kasım 2025 20:41:41)
TÜRK ANAYASASI "TÖRE"1. Tengri (yaratan) Tektir.2. Her kim ki, Tengri'den kut almak dilerse, başkasına yakarmasın.3. Bir...
(19 Kasım 2025 18:17:04)
Kahveyi içip de sonra kapatıp Fal açanlara da selamlar olsunMutluluk la bakıp aynen tıpatıp Nur saçanlara da selam...
(17 Kasım 2025 17:19:13)
Bir Toplum Nasıl Yükselir?Toplumların kaderi, sanıldığı gibi büyük projelerle değil; bireylerin günlük hayatlarında beni...
(17 Kasım 2025 15:26:34)